Diplomat Okulu 5 programı açılış haftasında yine alanlarında öne çıkmış değerli isimleri ağırladı.
Programa katılan Suriye Türkmen Meclisi Başkanı Fayez Amro, Sabancı Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Bülent Aras, TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkanı Doç Dr. Şaban Kardaş, Kültür Üniversitesi Öğretim Üyesi ve Euronews İstanbul Temsilcisi Dr. Bora Bayraktar ve Bahçeşehir Üniversitesi Öğretim Görevlisi ve yenidiplomasi.com Eşkurucusu ve Başkanı Gökhan Yücel değerli yorum ve görüşlerini dinleyicilerle paylaştılar. Programda “Suriye Türkmenleri’nin Durumu”, “Arap Baharı Sonrası Türkiye ve Ortadoğu”, “Son Dönem Türk Dış Politikasının Temel İlkeleri”, “Ortadoğu’da Değişen Dengeler ve Türkiye”, “21. Yüzyılda Diplomasi, Dijitalleşme ve İnovasyon” konuları ele alındı.
Fayez Amro, Suriye’de yaşanan kaos ortamında tutuklanan, göç etmeye zorlanan ve hayatını kaybeden Türkmenler adına oturum açılışını yaptı. Amro, 1500 yıllık geçmişi olan Suriye Türkmenleri’nin 55 yıldır zor şartlar içerisinde varlıklarını sürdürmeye çalıştıklarının önemle altını çizerken, içerden verilen mücadelenin köklü bir geçmişi olduğunu vurguladı. Kısaca sorunların başlama noktalarına ve günümüze kadar geçen süreye değinen Emekli Tümgenereal, Baas Partisi ve Hafız Esad’ın başa gelmesi işe beraber sıkıntılı sürecin tırmanışa geçtiğini belirmiş, bu gelişmeyle beraber ülkedeki yönetim algısının değişmiş olması, dini değer ve simgelerinde ötesinde kişiye tapmaya doğru giden bir anlayışın gelmesiyle tek kişilik bir yönetimin başladığını belirtti. Konuşmacı, bir anlamda keyfi bir yönetimin başlamış olmasının ülke içerisindeki yasa güvencesini yok ettiğini ve bunun da en çok Suriye Türkmenleri’ni etkilediğinin altını çizdi. Zaman içerisinde Türk kültüründen görece uzaklaşmış olan Suriye Türkmenleri’nin özellikle 1963 sonrası politikaların uygulanmaya başlaması ile yoğun bir asimilasyona maruz kaldıkları, Türk soyundan gelen ve Türk kültürüne hakim olan büyük bir kısmın göçe zorlanmasından sonra 2011 devrimine kadar devam eden bir Türkçe yasaklama uygulamasının yaptırımlarına değinildi. Suriye Türkmenlerinin kültürlerini yok etmenin, onları asimile etmenin ve hatta varlıklarına son vermenin temel amaç olduğu belirtilmiştir. Amro, Halep’in Türkiye dışında Türkçe konuşan bir halka sahip tek yer olduğunu belirtirken, 2011 Mart’ında başlayan devrimin “ya Esad kalacak ya halk gidecek!” temelinde şekillenen kaosun başlayarak mezhepsel kavgaların başladığına değindi. Son olarak ise Türkmenler’in beklenti ve amaçları ile sözlerini sonlandırırken, hiçbir dış müdahale istemediklerinin, demokrasiye dayalı bir yönetim eşliğinde Suriye’de Türkmenlerin asıl unsur olarak kalması ve milli kimliklerini korumak istediklerininin altını önemle çizdi. Ve şöyle konuştu: “ Türkmen Meclisi'nin kurulma amacı Türkmen kimliğini pekiştirmektir. Biz muhalefetin önemli bir parçasıyız. Bölünme değil bütünlük istiyoruz.Maalesef bu kadar acıya rağmen Türkiye dahil uluslararası kamuoyunda destek ve haber yapılmıyor. Türkiye'den küçük bir isteğimiz var o da ulusal toprak bütünlüğümüze destek vermesidir.”
Bülent Aras, “Arap Baharı sonrası Türkiye ve Ortadoğu” konulu oturumda Ortadoğu’da yaşanan olayların değişen dinamiklerine değinirken bu durumun Türkiye üzerindeki etkilerine vurgu yaptı. Aras, Dış Politikayı, Uluslararası Sistem, Yapısalcılık (Constructivisim) ve İç politika düzeylerinden oluşan 3 düzeyli bir anlam haritası üzerinden değerlendirdi. Sırasıyla küresel boyuttaki en geniş bağ ve örgütlerden, bölgesel sistemlere ve ülkenin iç politikasının bir etkileşim halinde dış politikayı etkilediği özellikle belirtti. Bu önemli düzeylerin kesiştiği noktada Ortadoğu ve Türk Dış Politikası’nı değerlendiren Bülent Aras, öncelikle Arap ülkelerinin durumuna değinmiş, Arap Baharı’nda yaşanan durumların ve bu ülkelerin vatandaşlarının ülkelerindeki yönetimleri değiştirmekten ziyade yönetimden belli istekleri olduğunu belirtti. Bu istekler karşısında olumsuz bir cevapla karşılaşmalarından dolayı bir tepki olarak başlayan olayların ciddi boyutlara ulaştığı ifade edilirken, yönetime tepki gösteren kesimin temel olarak Avrupa ülkeleri ve Avrupa ile Ortadoğu arasında köprü konumunda olan Türkiye gibi ülkelerin insan hakları, demokrasi, ekonomik gelişim, seçme ve seçilme hakkı gibi değerlerden etkilendikleri ve bu değerler uğruna mücadele verdiklerinin altı özellikle çizilmiştir. Aras önemli bir nokta olarak, var olan statükonun halkın isteklerine karşısında durmasının zor olacağından ve bu coğrafyanın dünya ile aynı standartlara erişme istediğinin Arap Baharının,dünyadaki dönüşümünden etkilendiğinden bahsetmiştir.
Şaban Kardaş, son dönem Türk dış politikasının ve bu politikanın temel ilkelerinin belirlenmesi için öncelikle iki temel sorunun irdelenmesi gerektiğini belirtmiştir: “Son dönemin önceki dönemlere nazaran farkları; bu dönemde söz konusu olan değişim ve süreklilik unsurları nelerdir? Ve Dönemler nasıl ve hangi kıstaslar göz önünde tutularak ayrılmaktadır?”. Kardaş’ın oturumun başında önemle belirttiği nokta, Türk Dış Politikası’nın Türkiye Cumhuriyeti’nin yürüttüğü bir dış politika olmasının yanında ilk dönemlerde Osmanlı İmparatorluğu’ndan intikal eden geleneklerin bir devam olarak görülebileceğidir. Türk Dış Politikası’nın değişimine dönemlere göre kısaca değinilmiştir. II.Dünya Savaşı’nın yaşandığı 1940’lı yılların ilk yarısında barışçı ve aktif tarafsızlık politikasının benimsenmiş, II. Dünya Savaşı’ndan sonra ise genel olarak Batı’ya kayma eğilimi ve başını SSCB’nin çektiği Doğu Bloğu ile ABD’nin çektiği Batı Bloğu ortamında Türkiye’nin kendine Batı’da yer aramış, Soğuk savaş döneminde siyaset SSCB-ABD ilişkilerine entegre olmuş, fazla riski olmayan ancak özerk davranmanın da mümkün olmadığı dönemler olmuştur. Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle Türkiye bu dönemde yeni dünya düzeni içinde kendisine daha geniş bir coğrafya tanınması ile birlikte yeni fırsatlarla karşılaşmış; bu imkanları bölgesel bir güç olarak kullanmaya ve kendisini daha iyi bir konuma getirmeye çalışmıştır. 2000’li yıllara gelindiğinde ise Ak Parti iktidarı ile dış politika hem farklılaşmanın hemde bir sürekliliğin olduğu bir döneme girmiştir. Buna göre Türkiye artık yalnızca kendi bölgesinde değil küresel siyasette aktif bir biçimde rol almaya çalışmaktadır. Türkiye 1990’lı yıllarda Balkanlar, Karadeniz ve Avrasya’ya yönelik politikalara ağırlık vermekteyken AKP iktidarı ile Türkiye artık Ortadoğu ile ilgilenmeye başlamıştır.
Bora Bayraktar, genel olarak tarihsel dengelerin gelişim ve değişimine değinirken özellikle I. Dünya Savaşı sonrası duruma dikkat çekmiştir. Bu dönemin bir dönüm noktası olduğu belirtilmiş, 1918-1940 Manda Dönemi, Yeni Kurulan Cumhuriyet, Yeni İlkeler, Türkiye’nin Batıyla İlişkilerini arttırma isteği ve Batı ülkelerine benzeme çabası ana hatlar olarak çizilmiştir.
Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihsel dengelerinin öncelikle laikliğin kabulü ile değişmeye başladığını belirten Bayraktar, bu adımla beraber Osmanlı İmparatorluğu’na bir perde çekildiğini be Batı’ya yönelişin başladığını ifade etmiştir. Yine bu dönemde Musul ve Hatay sorunları Fransız ve İngilizlerle Türkiye Cumhuriyeti arasında uzun uğraşlar sonucunda çözülecek olan sorunlar olarak ortaya çıkmıştır. Neticede Musul İngilizlere bırakılırken, önce Fransızların eline geçen Hatay 1939 yılında tekrar Türkiye topraklarına katılmıştır. II.Dünya Savaşında Türkiye’nin Batı içerisinde kurumsallaştığını – 1952 NATO üyeliği – fakat zor zamanlarında Batıdan umduğunu bulamadığı için yüzünü Arap Ülkelerine çevirdiği belirtilmiştir. Bora Bayraktar dengelerin sürekli değiştiğine önemle vurgu yaparken, 1960 – 1970 yıllarında Türkiye ve Filistin arasında gerginliğin başlamadığına, var olan kaynakların kullanılamaması ve enerji ihtiyacının artmasından dolayı Türkiye’nin gücünü arttırma yoluna gittiğini ifade etmiştir. 1980 itibariyle ise tüm dengeleri alt üst eden gelişmeler yaşanmış bunlar arasında öne çıkan İran devrimi, Afganistan’ın Müttefikler tarafından işgaline, İsrail ve Mısır’ın Barış çabalarına, ve 1988 Irak savaşından sonra Türkiye’deki Kürt meselesine değinilmiştir.
Gökhan Yücel, diplomasiyi çok farklı bir açıdan değerlendirmiştir. 21. Yüzyılda artık diplomasinin inovasyon ruhunu takip ederek dijitalleşmesi gerektiğini savunan Yücel, dünyanın yeni bir döneme girdiğini ve artık diplomasinin de daha önce yaşananlardan çok farklı bir boyutta olacağını vurgulamıştır. Bu konuda Yenidiplomasi.com dünyanın tek bağımsız diplomasi alanı olarak gösterilmiş ve modern diplomasi ve uluslararası ilişkilerin temel noktalarına değinilmiştir. Dijital Diplomasi sosyal medya, gazetecilikte uygulandığı gibi düşünce ve uygulama bu alanlarda çok farklı bir boyut kazanmıştır. Dijitalleşmenin matematikleşme anlamına geldiğini belirten konuşmacı, dijitalleşme beraberinde; bireyselleşme, inovasyon, dijital güç, sınırsız diplomasi ve hızın da geldiğini belirtmiştir. “Sınırlar diplomasinin en önemli olayıdır ama diplomasi ile sınırlar tamamen ortadan kalkıyor.” diyen Yücel, yeni sosyal medya yardımıyla diplomasi tekelinin tamamen kırıldığını ve Endüstri Devrimi’nin uzmanlaşma paradigmasının farklı bir boyuta geçtiğini belirtmiştir.